"Hükümet Üzerine İkinci Risale"yi elime
ilk aldığımda boyutundan mütevellit hayal kırıklığına uğramıştım; yaklaşık 100
sayfalık bu küçücük kitap mıymış demiştim tarihin akışını değiştiren. Belli ki
insan bu kadar önemli bir kitabın ister istemez daha bir heybetli olmasını
bekliyor. Üstelik aynı küçücük kitap okuduktan sonra benim de üzerimde hakkında
yazılar yazacak kadar büyük bir etki yarattı. Bugün bu dünyada adının önüne
'liberal' yani "özgürlükçü" sıfatını eklediğimiz ne veya kim varsa
(demek ki buna ben de dahilim), parlementer demokrasi ve sivil haklar ile
ilgili bildiğimiz neredeyse her şey John Locke'un bu küçücük kitabıyla başlar.
Locke bize
bugün bildiğimiz anlamdaki modern devleti verir, Niccolo Machiavelli ve Thomas
Hobbes'un açtığı seküler yoldan devam eder ama onların hayal bile edemeyeceği
yeni bir noktaya taşır Aydınlanma'yı. Tüm Avrupa'nın tanrısal yetkilerle
donandıklarını iddia eden mutlak monarşiler ile yönetildiği bir esnada, doğal
hukuk açıklamasıyla başlayan tezi, tüm insanların eşit olduğu ve herkesin üç
temel ve elinden alınamaz hakka, yani "yaşam, özgürlük ve mülkiyet" hakkına sahip
olduğu iddiası ile devam eder. Sonrasında bu üç öğeyi Thomas Jefferson Özgürlük Bildirgesi'ne yerleştirecek ve Locke'u ABD'nin fahri kurucu babalarından
biri yapacaktır.
Locke
1632 yılında Bristol, İngiltere'de püriten bir aileye doğar, babası İngiliz İç
Savaşı'nda Parlemento tarafında savaşmış bir avukattır. Locke Oxford'da skolastik felsefe okumaya başlar ama konuyu çok sevmez,
Rene Descartes gibi çağının filozofları ve deneysel felsefe çok daha ilginç
gelir, bir süre sonra bu merakı onu tıbba itecektir. Danışmanı ve aynı zamanda
kişisel doktoru olduğu Lord Shaftsbury'nin Kral II. Charles'ın öldürülmesi
amacıyla planlanan "Rye House
Komplosu"na dahil olduğu iddiasıyla tutuklanıp yargılanmaya başlaması
üzerine kendi hayatının da tehlikede olduğunu düşünen Locke 1683 yılında
Hollanda'ya kaçar ve 1688 yılında William'ın tahta geçtiği Muhteşem Devrim
("Glorious Revolution") gerçekleşene kadar kalır. Hükümet Üzerine İki
Risale'yi 1689 yılında isimsiz olarak yayınlar. Kitap ilk önceleri büyük bir
ilgi görmez, gerçekten anlaşılması ve etkisinin ortaya çıkması için yaklaşık
yarım yüzyıl geçmesi gerekecektir.
Hükümet
Üzerine İkinci Risale'yi konuşmadan önce Hükümet Üzerine Birinci Risale'den
başlamak daha doğru olacaktır. Locke bu kitabı Sör Robert Filmer'ın
"Patriarcha; Kralların Doğal Hakları" kitabına cevaben yazar; kitap
kısaca Patriarcha'nın karşı tezidir. Birinci Charles tarafından şövalye ilan
edilip, büyük bir servet ile ödüllendirilen Filmer deyim yerindeyse kraldan
daha çok kralcıdır. Kralların tanrı tarafından hüküm sürme hakkı verilen
Davut'un soyundan geldikleri ve bu nedenle tebaları üzerinde sorgulanamaz ve
ilahi bir hüküm sürme hakkına sahip olduklarını savunur. Locke'un Birinci
Risale'si Patriarcha'da ki tezlerin bir eleştirisidir, bütün kitap boyunca Locke Filmer'ın tezini en
başta kimin Davut'un soyundan geldiğini bilemeyeceğimiz gerçeği ile başlayarak
yanıtlar. Birinci Risale'de neyin olmaması gerektiğini anlatan Locke asıl
kendisini tarihe geçirecek olan çıkışı İkinci Risale ile yapar ve mutlak
monarşi'nin yerine ne olması gerektiğini çok kısa ve yalın bir dille anlatır.
İkinci Risale aşağıdaki ana başlıklarla özetlenebilir.
Doğal Hukuk Tezi , Hobbesçu ve Lockeçu yaklaşım:
İkinci
Risale "Doğal Hukuk" tezi ile başlar. Doğal Hukuk insanların
devletler olmadan önce, ilkel dünyadaki yaşamları üzerine varsayımdır. Doğal
yaşamda ilkel insan kendisine ya da mal varlığına zarar veren diğer insanları
kendisi cezalandırmak hakkına sahiptir. Devlet kavramı doğal hukuk içerisindeki
ilkel insanın "kendi cezalandırmak" ile ilgili hakkını sosyal bir anlaşma
çerçevesinde devlete devretmesidir. Bu konu Locke'dan hemen önce Hobbes
tarafından ele alınır ve bu noktaya kadar her ikisi de devletten önceki doğal
yaşam hakkında ve vatandaşın "kendi cezalandırma hakkını" devlete
devretmesi ile alakalı aynı fikirdeyken en temel konuda ayrılırlar. Hobbes doğal
hukukun geçerli olduğu devlet öncesi yaşamı Leviathan'da "kısa, sıkıntılı ve şiddet dolu" olarak tanımlar, Hobbes'a
göre devlet düzeni kurulmadan önce insanlar tam bir savaş halindedir. Devlet ancak mutlak monarşi ve otoriter bir
liderin demir yumruğuyla serbest kaldıklarında hiç durmadan birbiriyle savaşan
bu vahşi insanları yönetebilir. Locke ise devlet öncesi ilkel yaşamı
"barışçıl ve huzurlu" olarak tanımlar, yani insanlar doğal yaşam
içinde sadece kendilerine saldırı olduğunda geri saldırırlar, buna mukabil
ekseriyetle barışçıl bir hayat sürerler. Mutlak monarşiyi savunan Hobbesçu
felsefe ve özgürlükçülüğü savunan Lockeçu felsefe en temelde bu noktada
birbirlerinden ayrılırlar. Aradan geçen 300 yıla rağmen tam olarak bu fark,
yani insanları özgür bırakırsak savaş ve kaos olur veya düzen ve barış olur
varsayımı bugün tüm dünyada ki muhafazakar ve özgürlükçü rejimlerin temelini
oluşturur. Bugün hala Amerika Birleşik Devletleri'nde Cumhuriyetçiler en
temelde Hobbesçu bir felsefe ile muhafazar bir tutum içindeyken, Demokratlar da
Lockeçu bir tutumla özgürlükçüdür. Hatta bu temel felsefi ayrım yani doğal
hukuk doktirini, Hobbes ve Locke'un aldığı karşıt pozisyonlar bugün sadece ABD
değil tüm dünyadaki muhafazakar ve özgürlükçü rejimlerin ve partilerin politikalarının arkasında ki ana
düşünceyi oluşturur.
Hükümetin meşruluğu:
Locke İkinci
Risale'de bir hükümetin sadece ve sadece hükmedilenin rızası varsa meşru
olduğunu söyler, hükümetler vatandaşlarının özgürlüklerini korumak için vardır.
Bu bize şu an son derece doğal gelebilir ama bu cümlenin kurulduğu yıla
bakarsak olayın önemini anlarız; kim bilir "l'etat c'est moi"
("devlet benim") diyen Fransa Kralı XIV. Louis John Lock'un bu tezini
duyunca ne düşündü ya da İngiliz Kralı II. Charles iktidarının halkının
rızasına bağlı olduğunu okuyunca ne çok sinirlenmiştir acaba. Bu 17. yüzyıl
için söylenebilecek en tehlikeli ve en devrimci cümlelerden biriydi.
Temel ve vazgeçilemez üç hak: yaşam, özgürlük ve
mülkiyet:
Locke doğal
hukuk tezine tüm insanların eşit olduğu ve 3 temel ve vazgeçilemez hakka sahip
olduğu savı ile devam eder. Yaşam, özgürlük ve mülkiyet ("life, liberty
and property") hakkı. Sonrasında Thomas Jefferson bu 3 temel hakkı
"yaşam, özgürlük ve mutluluğun peşinden gitmek hakkı " ("Life,
liberty and persuit of happiness") olarak ABD anayasasına
yerleştirecektir. Mülkiyeti en temel insan haklarından biri sayması bağlamında
bakarsak, İkinci Risale için belki de "Kapitalist Manifesto" da
diyebiliriz. Ortaçağ boyunca Kilise'nin gayri ahlaki bulduğu "mal varlığı ve ticaret"in
artık ahlaki adledilmesi, ticaret yapan orta sınıfın ortaya çıkışı, 17. yy'da
Locke'un mülkiyeti ve mülkiyet biriktirme (tasarruf ve kapital yaratımı) hakkını
en temel insan hakkı olarak meşrulaştırması 18. yy'da Adam Smith'in üzerine
Wealth of Nations'ı yani modern ekonominin başlangıç tezlerini kuracağı temeli
sağlar. Locke "Tanrı yeryüzünü çalışan ve mantıklı olan insana
bahşetmiştir" der. Tüm bunlar Locke'u
liberalizmin babası olarak tarihe geçirecek, ileride liberteryen görüşün de
temelini oluşturacak olan "Gece Bekçisi Devlet"e ("Night
Watchman State") giden yoldaki ilk adımları atacaktır; devlet sadece
vatandaşların özgürlüklerini, yaşamlarını ve mallarını korumak için vardır,
bundan başka hiçbir görevi olmadığı gibi hiçbir yetkisi de yoktur, en iyi devlet
en küçük olanıdır.
![]() |
Franklin, Adams ve Jefferson Özgürlük Bildirgesi Üzerinde Çalışırken (Jean Leon Ferri, 1900) |
Risale'nin eleştirisi:
Kişisel
olarak benim İkinci Risale ile ilgili en büyük sıkıntım, bütün kitap boyunca
Locke'un herşeyi vahiy ile açıklama
çabası oldu. Oxford'da geçirdiği yıllarda Locke için sessizlik abidesi
denirmiş, en yakın dostları bile Locke'un siyasetle ilgili ne düşündüğünü
bilmezmiş. Gayet mantıklı, bedelini hayatınızla ödeyebileceğiniz son derece
keskin ve ilerici fikirleriniz varsa bunları kendinize saklamak
isteyebilirsiniz. Kaldı ki Locke isimsiz de olsa yine de aklındakileri yazdı.
Hoş Locke'u okurken garip bir hisse kapılırsınız, Locke bir sayfa önce
söylediğini bir sonraki sayfada vahiyle destekleyeyim derken bazen elinizden
alıp götürmek zorunda kalabilir.
Gelelim
içerik ile ilgili en önemli eleştirilere, ilk eleştiri tabiki Locke'un sadece
kendisinin de ait olduğu mal sahibi orta sınıfın haklarını savunmasıdır. Hatta
belki de Locke ile ilgili okurunda en büyük hayal kırıklığı yaratacak nokta
kitabının içeriğinden öte özel yaşamı
ile ilgilidir: Locke bütün bu özgürlükçü satırları yazarken Afrika'dan
Amerika'ya köle ticareti yapan bir şirketin ortağıdır (Şu an yaptığım şeye tam olarak "Ad Hominem" deniyor ve aslında yapılmaması gerekiyor... neyse). Üzerinde tartışılması
gereken bir başka nokta da Locke ve mülkiyete verdiği aşırı önemdir, bugün
sıradan ABD vatandaşının sahip olduğu değerler üzerinde ve hatta hala
süregelen ABD kanunları üzerinde Locke'un ve anayasanın en başına koyduğu
mülkiyetin önemini görebilirsiniz.
Yazının
başında bahsettiğim üzere Locke tüm insanların eşit olduğu, herkesin yaşam,
özgürlük ve mülkiyet hakkı olduğunu, hükümetlerin görevinin vatandaşlarının bu
üç hakkını korumak olduğunu tarihte ilk defa en açık şekliyle yazıya döken
kişidir. Sadece bu bile O'nun tüm dünya tarihini değiştirmesine yetecektir ama Locke bununla kalmaz, tezine meşru bir
hükümetin ancak hükmedilenlerin rızası ile oluşacağını ve eğer vatandaşların
hükümdarın yetkilerini kötüye kullandığına kanaat getirirlerse isyan
edebileceklerini de söyledikten sonra son noktayı bir de güçler ayrılığından
tarihte ilk defa bahsederek koyar (genel kanının aksine bunu Montesquieu'den
önce yapar). Artık ok yaydan bir defa çıkmış, aydınlamanın siyaset felsefesi
ile ilgili kısmının temellerini Locke hazırlamıştır, ilerleyen yüzyıllarda
Fransız ve Amerikan devrimleri gerçekleşecek, 1787 yılında Amerikan Anayasası
temeline Locke'un ilkelerini alarak hazırlanacak, Avrupa'da mutlak monarşiler
birer birer yıkılırken yerlerine temellerinde yine Locke'un özgürlük ile ilgili
prensipleri olan önce anayasal monarşiler sonrasında ise parlementer demokrasi
ile yönetilen devletler kurulacaktır.
Click here for English
Click here for English