Kumkapı'da Sultanahmet Meydanın'dan aşağıya iner inmez demir yoluna bitişiktir, demir yolunun öbür tarafı sahil yolu ve denizdir. Sahilden Eminönü yönünden gelirken Kumkapı'ya giren demiryolunun altından, tünelden geçer geçmez ilk sola girildiğinde 100-150 metre kadar ilerdedir (http://g.co/maps/emx4j ).
536 yılında İmparator Justinianos ve eşi İmparatoriçe Teodora tarafından Aziz Sergius ve Bakkus adına yaptırılmıştır, mimarının kim olduğu bilinmemektedir ama hemen öncesinde yapılmış olması ve adeta dış görünüş olarak (iç yapısı oldukça farklıdır) bir küçük kopyası olması nedeniyle Türkçe ismini de borçlu olduğu Aya Sofya'nın mimarları olan Miletli İsidorus ve Aydınlı Antemius tarafından yapılmış olması büyük olasılıktır. İç yapısındaki farklılıklar bir kenara bırakılacak olursa, kendisinden 5 yıl sonra yapımına başlanan Aya Sofya'nın bir ön "prova"sı olması gayet mantıklıdır. "İstanbul Gezi Rehberi"nde, Murat Belge kilisenin kareye yakın bir dikdörtgen üzerine oturan oldukça değişik kubbesinin ve mimarisinin ne derece "doğurgan" olduğundan bahseder: Justinianos'un başarılı geçen İtalya seferi sonrasında Ravenna'da 547 yılında yaptırdığı mozaikleri ile meşhur San Vitale Katedrali'nin planı, Küçük Aya Sofya kilisesinin birebir eşidir ve sonrasında Büyük Karl'ın (Charlemagne) 805 yılında yaptırdığı Aachen Katedrali'nin de planı San Vitale'nin planı kopyalanarak yapıldığı için Küçük Ayasofya ile aynıdır ama asıl ilginç olan ise Mimar Sinan'ın 1574'de Edirne'de yaptığı Selimiye Camii'nin Küçük Ayasofya ile aynı plana sahip olmasıdır. Dünya'nın iki ayrı köşesinde, iki ayrı kültüre ait görünüşte birbirine hiç benzemeyen Aachen Katedrali ve Selimiye Camii'nin bu küçük mütevazi kiliseden türemiş olması insanı şaşırtır.
Justinianos'un tahta çıkmadan önce kaldığı, kendisinden önce üvey kardeşi Pers Kıral'ı Şapur tarafından esir alınınca Konstantinopolis'e kaçıp Konstantin'e sığınan Pers Prensi Hormizd'in kaldığı, isminide burdan alan Homisdas Sarayı'nın bahçesine inşa edilmiştir. ilerleyen zamanlarda yanına bir de manastır eklenen yapı, çok uzun yıllar Konstantinopolis'in Aya Sofya ile birlikte en önemli dini yapılarından biri olmuştur.
Makedonya'nın Toresuim köyünde (bugünkü Köstence) basit bir köylü ailesine doğmuş olan Justinianos gençken imparator Anastasius'a (bazı kaynaklarda bu olayın amcası Justin ile aralarında geçtiği yazılı ama bence bu hayatı boyunca onu desteklediği söylenen amcası değil bir önceki imparator Anastasius ile aralarında geçmiştir) komplo kurmak suçuyla hapse atılır ama bir süre sonra Anastasius onu bağışlar ve hapisten çıkar. Hikaye buya: Anastasius gece rüyasında Aziz Sergius ve Bakkus'u görür, azizler Justinianos'un suçsuz olduğunu söylerler imparatora, O da ertesi sabah bağışlar Justinianos'u. Bu olay gerçekten de İmparator Justinianos'un hayatında bir dönüm noktasıdır, hapiste ölecek iken son anda çıkar, sonrasında imparator olur ama sıradan bir imparator değil, çoğu tarihçinin üzerinde hemfikir olduğu üzere geç antik çağın en büyük imparatorarından biri olur. Öldüğünde geriye yaklaşık 1000 yıl dünyanın en yüksek kubbesine sahip olacak Aya Sofya Kilisesini, hala tüm dünyada hukuk öğrencilerine ilk yıl temel ders olarak okutulan bugünkü hukukun temelini oluşturan Roma Huku'nu (Corpus Juris Civilus) ve nerdeyse Akdeniz'in tüm çevresini saran bir imparatorluk bırakır. Tarihçi Prokopius'a göre fahişe olan "dansöz" karısı Teodora ile bütün itirazlara karşı evlenebilmek için verdiği mücadele ("imparator alt sınıftan bir eş seçemez" maddesini binbir itiraza rağmen kanundan çıkarttırmıştır) ve ömrü boyunca sadakati ve aşkı ise başlı başına ayrı yazılara konu olur.


Neyse kilisemize geri gelelim, Aziz Sergius ve Bakkus kilisesi İmparatoriçe Teodora'nın Hristiyan teolojide bir dönüm noktası olan 451 yılı Kalkedon (Kadıköy) Konsülü kararlarını ve dolayısıyla Diofizit inancı benimseyen kocası Justinianos'un aksine Kuzey Afrika'da yaşadığı yılların etkisiyle olsa gerek Monofizit inanca sahip olması nedeniyle, imparatorluğun dört bir yanından gelen baskıya maruz kalan monofizitler Teodora'nın korumasında bu kilisede kalırlar.

Hala cami olarak kullanıldığından içerisinde hiçbir mozaik yada resim bulunmamaktadır. Fakat sütunlarının mermerleri ve muhteşem sütun başları apayrı bir zamandan kaldığını, bir cami olmadan önce başka bir zamana ait, bambaşka ve çok güzel bir şey olduğunu bakmayı bilen gözlere anlatır. Taş işçiliğinin inceliği ve güzelliği insanda hayretler uyandırır, ister istemez Justinianos ve Teodora'nın zamanında içinin Kariye gibi yerden tavana rengarenk mozaiklerle süslü olduğu günlerini insan hayal eder.
Yahu, şu monofizit-diofizit konusunu da anlatsan ya bir ara :)
YanıtlaSil